Gözlerimi
yavaş yavaş açtığımda, ilk olarak gözlerimi açabildiğime şaşırmakla başladım bu
boktan güne. Yanı başımda demlenen bir çaydanlıktan çıkan buhar, göz
kapaklarımda damla damla su olmuş, yanaklarımdan süzülüyordu. Boğazımda acı,
tuzlu bir tat, ellerimde ve boynumda kırmızı yaralar vardı. Otele geri
dönmüştüm. İnce bir battaniyenin altında tavanı izliyordum.
Yavaş
yavaş ayağa kalktım, kalkabildim. Bunu yapabildiğim için bir kez daha şaşırdım.
Çaydanlığın altını kapattım. İçinde neredeyse su kalmamıştı.
Yavaş
yavaş eşyalarımı topladım. Eve dönmek üzere yola koyuldum. Bacaklarım acıyor,
etlerim birbirine değdikçe canım yanıyordu. Yeni sünnet olmuş bir
penguen gibi yürüyordum.
Evin
kapısından içeri girdim. Havada ağır bir koku vardı. Hava, ağır bir kurşun,
ıslak toprak ve çürümüş et kokuyordu. Anason kokusunu andıran, küçükken hastane
koridorlarında ciğerlerime işlemiş o koku vardı. Bu kokuyu tanıyor gibiydim.
Elimle ağzımı kapadım. Ellerim de aynı evin içi gibi kokuyordu. Kıyafetlerim
aynı kokuyordu. Ağzım aynı kokuyordu. Ciğerlerim, tuza bulanıp ateşe
bastırılan biftek gibi yanıyordu.
Eşyalarımı
odama bırakıp, salona yöneldim.
Koltukta
bana bakıyordu. Kadın, yine oradaydı ve bana bakıyordu. Gözleri kapalı, nefes
almıyor, yüzü paramparça ve kararmış bir şekildeydi ama içten içe bana
bakıyordu. Biliyordum. Bana baktığını biliyordum.
Bu gece
kendime itiraf etmeyi başaramadığım şeyleri itiraf edeceğim sana. Böylece yine
kendimden kaçmış olacağım, yine kendime itiraf etmiş olmayacağım.
Kadınla
konuşup her şeyi halletmeye çalışmak, onu daha önce bahçeye gömdüğüm halde geri
geldiği için aptalca bir fikirdi.
Kendi
kendimle konuşmaktan başka bir şey değildi bu. Ancak elimden başka bir şey
gelmiyordu.
Onu,
hayatımın düzensizliğinin başlangıcına, her şeyin başladığı, boka sardığı ilk
ana götürmeye karar verdim.
"Yapacak
daha anlamlı bir şey olmadığı için eski bir hatıranın anlamsız özlemini
çektiğim günlerdi. Her şey bir
hayalden, hiç yaşanmamış olan bir rüyadan, ya da üzerinden yüzyıllar geçse dahi
hatırlanacak bir yanılgıdan ibaret gibiydi. Her şey hem gerçek hem de toz
pembeydi ama gerçek olduğunu anladığında uyanıyordum. Uyku problemi çektiğim
zamanlardı."
İşyerinde
hiçbir şey iyiye gitmiyordu. Bu yüzden geceleri barlara takılıyordum. Sabaha
kadar sünger gibi içiyordum. Bir gün barda içen hamile bir kadınla tanıştım.
Kadın, besbelli şizoiddi. Bir gün bar çıkışı ağlayarak kendisini takip etmemi
istediğinde, nereye gideceğimizi dahi sormadan kabul ettim.
İzbe
meyhanelerin önünden, trans kadınların taciz derecesinde davetkar çığlıklarıyla
yankılanan puslu sokaklarından, genç işsizlerin tek böbrekle dolaştığı şehir
varoşlarından, topuklu ayakkabının sahte ilham kaynağı boka batmış sokaklardan,
götümüzdeki don için üstümüze atlayacak çingenelerin arasından bir yeraltı
dünyasına götürdü beni. Şehrin altından geçen bir kanalizasyonda gibiydik
sanki. Yolumuzun sonunun bir içme suyu fabrikasına çıktığını söyledi.
Beni her
gece buraya kadar takip ettiğini söyledi. Karnında benim çocuğumu taşıdığını,
bana aşık olduğunu ve bu yeraltı'nda ne yaptığımı sordu.
Beni
buraya kendisinin getirdiğini, daha önce hiç buraya gelmediğimi defalarca
söylememe rağmen beni hiç dinlemediği belliydi.
Çocuğun
adının bile belli olduğu, adını çoktan koyduğunu ve bana aşık olduğunu
tekrarlayıp duruyordu.
Onu orada
karnından tam dokuz defa bıçakladım.
O orada
öldü. Ben yeraltı'nda kaldım."
Kadın, bu
anlattıklarıma hiçbir tepki vermedi. Vermesini beklemiyordum zaten. Artık hiç
kimseden hiçbir şey beklemiyordum. Kimseyi dinlemeye, anlamaya tahammülüm
yoktu. Zamanında yaşamayı hak edip etmediklerine dair kurduğum, insanları
yargıladığım mahkemeler de yoktu. Artık herkes benim için yaşamayı hak etmeyen
birer mahlukattı.
Bu sırada
kapı çaldı. Nihal Hanım'ın ölümüyle ilgili sorular soran, daha önce de gördüğüm
birkaç polis vardı kapıda. Yanlarında beyaz gömlekli, gözlüklü iki iri yarı
adam da vardı.
Kapıyı
açar açmaz kollarımdan tutup kendilerine çektiler. İri yarı adamlar bana beyaz
bir gömlek giydirirken polisler ellerimi arkadan kelepçeledi. Ve beraber polis
karakoluna gittik. Tüm bunlar olurken hiç zorluk çıkarmadım. Her şeyin
bitmesini istiyordum artık. Her şeyin sona ermesini, kadından kurtulmayı, artık
iyi bir uyku uyumayı, her seferinde başka bir yerde uyanmamayı ve tüm bu
olanlara dair benden gelmeyeceği belli olan mantıklı bir açıklama istiyordum
çünkü.
Polis
karakoluna gittikten sonra takım elbiseli bir adam beni aldı, iri yarı beyaz
gömlekli adamlarla beraber şehrin dışına, kırlara doğru uzun bir yolculuğa
çıktık. Sonunda etrafı tel örgülerle çevrilmiş, onlarca adamın bahçesinde
avareler gibi bir oraya bir buraya yürüdüğü büyük bir tesise vardık.
İri yarı
herifler üzerimdeki deli gömleğini çıkardılar. Kelepçeler, ellerim önde
birleşecek şekilde tekrar bağlandı.
Takım
elbiseli adamla beraber, bir binaya girdik. Adam beni odasına aldı. Koridorda
hemşireler ona doktor diye sesleniyordu.
Odaya
girdiğimizde neler oluyor doktor bey? Dedim.
Beni
duymuyor gibi bir hali vardı. Yüzünde ufak bir tebessüm, gururlu bir gülümseme
vardı. Sanki bir şey başarmış gibiydi ve bana dönüp baktığında acıma duygusuyla
karışık bir minnettarlık hissettim.
Ellerimdeki
kelepçeleri çözüp karşısına oturmamı istedi.
"542
dedi kısık bir sesle.
Bu koca
tımarhanenin gelmiş geçmiş en gizemli hastası 542..."
"Kompulsif
pskikoz bozukluk, şizoid, ölüme karşı teşne, vurdumduymaz, sosyal anksiyete ve
yüksek dozda şiddete eğilimli ruh hali..."
Kendi
kendine yine yüzündeki o tebessümle bir sırrı çözmüş, bir devri kapatmış,
başarılması zor bir şeyi başarmış, imkansız bir davayı kazanmış bir haldeydi.
Gururluydu ve kendi kendine konuşmasını sürdürürken birden bana döndü.
"Bay
542, dört yıl önce buraya geldiğinizde sizi neden bu tımarhaneye kapattıklarını
kimse anlamamıştı. Her ne kadar içinize kapanık olsanız da toplumla
uyumluydunuz ve sorun çıkartmıyordunuz. Ancak zaman geçtikçe az önce de
saydığım gibi çok değişik ruh hallerine büründünüz. Sanki içinizde dokuz ayrı
ruh taşıyor gibiydiniz."
"Sizi
bir çalışma kampından yolladılar. Birçok cinayetin zanlısı olarak
görülüyordunuz. Ancak buraya geldiğinizde biz, bu cinayetleri nasıl işlediğiniz
konusunda tamamen bilgisizdik.
Sizi
bunları yapmaya iten dürtüyü çözmeye çalışıyor, sizi tedavi etmeye çalışıyor
ancak akıl sağlığınızın ne denli bozuk olduğunu bile bilmiyorduk.
Ancak
bugün, tüm bu sırrın çözüldüğü gün. Eğer şuan bu cinayetleri işlediğiniz ruh
halinizin içerisinde değilseniz, anlatacaklarım size de ilginç gelecektir.
Şimdi beni iyi dinleyin ve kendinizi tanıyın."
"İçinizdeki
canavarı keşfetmek, onu bulup ortaya çıkarıp atmak, karanlık bir mağarada
ellerinden zincirlenmiş adamların yalnızca yansımalarını gördüğü şekillere
bakarak dünyayı yorumlaması kadar zordu. Ancak bu benim için zamanla tutkuya
dönüştü. Sizin üzerinizde o kadar uzun süre çalıştım ki, sizinle konuşmak için
o kadar çok çaba sarf ettim ki, en sonunda bu tımarhanenin görüp görebileceği
en ilginç tedavi yöntemini icat ettim."
"Eğer
planlarım yolunda giderse, tüm rahatsızlıklarınızı, içinizde olup biten
savaşları, patlayan bombaları, ölümleri, intiharları bizzat kendiniz
anlatacaktınız. Ve öyle de oldu."
"Planın
ilk aşaması sizi rahatsızlığınızın başladığı ilk ana götürmekti.
Sizi uzun
bir süre uyutarak bir çeşit hafıza temizliği sağladık. Zaten siz de sık sık
giden aklınızla bize epey yardımcı oldunuz. Uyandığınız gün, ilk gittiğiniz yer
olan çalışma kampına gönderilmeden önceki hayatınıza geri döndürdük sizi.
İlk
olarak eski çalıştığınız işyerinden kovulmanızı sağladık.
İşten
kovulduğunuz gece size ziyarete gelen insan kaynaklarından Sema Hanım'ı
hatırlıyor musunuz?
Onu o
gece öldürdüğünüzü bildiğimiz ve bunun travmasını yaşadığınız için Sena Hanıma
benzeyen gerçekçi bir cesedi salonunuza yerleştirdik. Onunla konuşmanızı
bekledik ve içinizde, bunu yapan dürtüyü kendi kendinize açıklamanız için sizi
sürekli dinledik. Gerçekçi ceset mankeni içgüdüsel bir refleksle arka bahçenize
gömdünüz. Ve biz siz evde yokken her seferinde onu o mezardan çıkarıp tekrar
salonunuza koyduk, ta ki siz son cinayetiniz olan hamile kadını anlatana kadar
sizi dinledik.
Şimdi
Nihal Hanım'a gelelim. Şüphesiz ki projenin en zor kısmı burasıydı. Bunun için
gerçek bir oyuncu kullanmamız gerekiyordu. Nihal Hanım rolünü üstlenecek bir
oyuncu bulduk ve o katil ellerinizin altında ölü numarası yaparken kapıda
onlarca polis bekletiyorduk.
Sizin bu
dünyadan korktuğunuz, insanlarından çekindiğiniz, yalanlarından kaçtığınız,
gerçeklerini görmediğiniz, hayatın anlamını fısıldayan bazı çağrıları
duymadığınız gibi, biz de sizden korkuyor, çekiniyor, kaçıyorduk.
Uyku
problemi çektiğinizi ve bunun için kendinize eroin aşıladığınızı biliyorduk.
Belki bir kaç ipucu yakalar ve içinde bulunduğunuz "tekrar
simülasyonu"nu fark eder ve onlarca kişiliğinizin arasından sıyrılır
gerçek benliğinize döner ve neden bu cinayetleri işlediğinizi itiraf ederseniz
diye simülasyona bu eroin şişelerinden ve iğnelerinden ekledik. Çünkü yargı,
sizin yalnızca suçun sahibi olup olmamanızla ilgileniyordu. Bense "neden
bu suçları işlediğinizle".
Sonuçları
çoktan görmüştüm, şimdi sebepleriyle ilgileniyordum.
Bu zincir
cinayetler sürecinde annenizi kaybettiğinizi biliyorduk. Ailenizi bu
simülasyonda rol yapması için ikna etmek çok zor oldu. Ancak sonunda kabul
ettiler. Ve sizi annenizin cenazesi hakkında bilgilendirdik. Annenizin yüzünü
asla son kez göremediniz.
Açıkçası
itiraf etmek istiyorum ki cenaze sırasında yaşananlar, insanların sizi
yargılayıcı bakışları, sizin onlara davranışınız ve ailenize karşı tavırlarınız
beni en çok etkileyen kısımdı. Gerçek benliğinize, kendinize o kadar yakındınız
ki ortaya çıkıp kendimi gösterecek ve bütün bu oyunu orada bitirecektim. Ancak
daha sonra her zaman peşinde koştuğunuz yalnız kalma anlarından
birine döndünüz. Cenaze evinin birkaç kilometre dışında bir tepeye koşarak
gittiniz ve tüm olanlar için ruhsal kimliğinizi, karakterinizi, yetiştirilme
tarzınızı suçlamaya, her şeyi sorgulamaya başladınız. Benliklerinizin
derinliklerindeki dehlizlerde yüzebilmek için iyi bir haritaydı bizim için.
Simülasyonun en verimli kısmıydı.
Bu
noktada sizden biraz daha yararlanmak adına biraz risk aldık ve sizi özgür
bıraktık. Girdiğiniz bir pansiyona hemen ardınızdan giriyor, paranızı ödüyor,
hemen yan odalarınıza onlarca polis ve doktor yerleştiriyorduk.
Sizi,
şehrin içinden geçen o meşhur nehre kadar takip ettik. Bu noktada, içinizden
konuştuğunuz ama aslında fısıltılarla dış dünyaya haykırdığınız itirafları
dinliyorduk. İçinizde bir yerde dinleme cihazı bulunuyordu. Adeta bir tanrı
gibi hep yanınızdaydık. Ancak siz ölüme ve yaşama kayıtsız kaldığınız gibi
tanrıya da kayıtsız durumdaydınız.
Son
olarak yeniden evinize döndüğünüzde ve sena Hanım'ı yeniden salonunuzda
gördüğünüzde adeta tekrar ve tekrar delirdiniz. Kendi kendinize ettiğiniz son
itirafın ardından, elimizdeki veriler yeterli seviyeye ulaşmıştı.
Oracıkta
sizi bu delikten en başında koyduğumuz gibi geri aldık.
Şimdi
karşımızdasınız ve tamamen çırılçıplak olarak ruhunuzun içini, dokuz ayrı
karakterinizi, rüyalarınızı, kaygılarınızı görüyorum. Sizi okuyorum bay 542.
Hepsinden
öte artık sizi anlıyorum. Sizi, delirmiş olanları, bunun farkında olmayanları,
dış dünyada akıl sağlığı yerinde sanan onlarca zavallıyı, yalnızca senin gibi
insanları öldüren zehirli nehirleriyle, acı gerçekleriyle, tatlı yalanlarıyla
dolu bu dünya denen ovada tasalı karıncalar gibi dolaşan milyonlarca meczup'u,
ölenleri, ölümleri, gömüldükten sonra sevilenleri, iki metre toprağın altında
üşüyen bedenleri, cesedin üstünde sahte gözyaşlarıyla titreyen canlı bedenleri,
ölümün hiç gelmeyeceğini sanan aptalları, ölüm geldiğinde hiç yaşamamış
olanları, bir gün için anı düşünmemiş olanları, bir kere olsun ardını
düşünmeden hareket etmemiş olanları, bir kez bile gerçekten öpüşmemiş olanları,
hiç samimiyetle sevmemiş olanları, kendi ruhundan kopup gelen, derin kuyulardan
yükselmiş iç çığlıklara ses vermemiş olanları, kendimi ve bu hayat denen
önünden geçip gittiğimiz izbe meyhaneyi anlıyorum.
Size,
teşekkür ediyorum Bay 542...
Yorumlar
Yorum Gönder