Dokuz Ayrı Jack Kişiliğinin Otobiyografisi (Bölüm 1) "Gerçekçi Çocukluk"



Benim adım JACK,


Annemin karnından çıktığımda ağlamadım. Beni 15 gün erken almış doktor. Annem bile dayanamamış içinde benim gibi bir yaratığın varoluşuna. Henüz 3 günlükken kardeşim ağzıma kafam büyüklüğünde bir cips parçası sokarak beni öldürmeye çalışmış. Ben ağlayınca bacaklarımdan tutarak kafamı aşağı sarkıtmış ve o halde annemin yanına götürmüş. Annem beni kurtarmayı başarmış. Ben yaşıyorum ama kardeşim o gün ölmüş. Annem onu öyle dövmüş ki içindeki çocuk o gün ölmüş. Bir daha ortaya çıkmamak üzere aklının bir duvarına diz çökmüş ve aylarca hiç susmadan ağlamış. Sonunda kardeşim aklını kaybedince içinde ağlayan çocuk da ölmüş.

Benim adım Jack, çocukluğum çok hızlı ve gerçekçi geçti. En azından çocukluğumu hızlı yaşadım diyebilirim çünkü şuanda hareket bile etmiyorum. Annemin beni dövmek için ihtiyaç duyduğu oklavayı ayağına kadar getirir sonra yavaş getirdiğim için fazladan dayak yerdim. Çocukluğum çok hızlıydı ama ben yavaştım. Babam hep zorla kitap okuturdu. Çok hızlı okur bitirirdim. Okumadığımı düşünüp beni döverdi. Kışın dışarıya çıkıp kartopu oynardım. Parmaksız eldivenlerimle neredeyse pürüzsüz yaptığım bir kartopunu babama gösterdiğimde bana pürüzsüz olsaydı buz olurdu demişti.  Çok gerçekçi bir adamın çok gerçekçi çocukluğunun yansımasını yaşadım belki de...

Yavaş yavaş büyümeye başladığımda zincirinden kurtulmuş bir köle gibi sokağa fırlıyor akşama kadar geri dönmüyordum. Bir gün akşam hiç geri dönmedim. O gün büyümüştüm.
Lise hayatımın çeyreğinden biraz fazlasında hiç kendi yatağımda yatmadım  eski püskü bir uyku tulumum vardı ve zemine serip onun içine girer yatardım.
Sorunumun ne olduğunu ben dahil kimse bilmiyordu.  Bu yüzden iki kere intihar girişiminde bulundum. Biri lisede matematik sınavından 25 alınca gerçekleşti. Diğerinin ne zamanını ne de her zaman olduğu gibi sebebini hatırlamıyorum.


Anlayacağınız üzere ikisininde de başarısız oldum. İntihar etmeyi deneyen çoğu insan hayata eskisinden çok daha sıkı bağlarla devam eder.  Benim ikinci girişimimden de anlaşılacağı üzere hayata hiçbir zaman sıkı sıkıya bağlı kalmadım. Hatta hiçbir şeye bağlı kalmadım. İlk bağlanma sorunum burada ortaya çıktı. Hala bazı geceler intihar düşüncesi aklımda gümüş bir bıçak gibi parlar. Ne yazık ki beni gereksizce çok seven insancıklar var. Onlara acıyorum.



Göğsümün üstünde yükselen ve yanlara doğru genişlemekte olan kafam artık vücuduma ağır gelmeye başlamıştı.Çocukluk ve ilk gençlik Sıkıntılı, acı verici bir dönemdi ve aylar sürdü. İnsan hayatına kıyasla lafı bile edilmeyecek kadar kısa, gençliğin sürdüğü, zihnin hep genç gibi hissettiği zamanlara göre ise inanılmaz derecede uzun bir zamandı.

En sonunda bitti bir valiz bir sırt çantası.. evden ayrıldım. Ayrıldık. Dokuz ayrı kişiliğim
, hep farklı bir yerlere dağıldık. Kalanlar oldu gidenler oldu. Ölenler gömüldü, ölmeyenler ölenlere üzülür gibi yaptı ve hep yanlış tanrılara taptı. Yanlış kadınlara aşık oldu ve en sonunda insanoğlu hep kibirle doldu.

Ben Jack, sırtımda dünyadan daha ağır, kafamın içindekilerden daha hafif bir çantayla bir zenciye çarptım. Üç gün üç gece bir kadına aşık oldum sonra o benden nefret etti. Şehrin en yüksek tepesinde benden daha yüksek bir lambanın altında aynı zenciyle viski içip, farklı kadınlara ağladım. Sık sık gece yürüyüşlerine çıktım. Kafamın içinde fısıldayan şeytanları aradım, hortlaklara rastladım. Bir alışveriş merkezinde araba sürer gibi aralarından geçtim ve gittim. Bileklerimi defalarca kestim ancak hiçbir zaman dikine kesmeyi denemedim. Ölüme yürümeye teşebbüs etmek ama ölümsüz olmak istiyordum. Ondan da vazgeçtim..

Onlarca tanrıyı denedim. Hiçbiri beni kabul etmedi. Mutlu olmak isterken acı çekmekten daha fazla zevk aldığımı keşfettim. Hayatımın dönüm noktasıydı.

İyi kitaplar okudum, kötü kitaplar okudum. Saman kağıdına şiirler yazıp sigaramı söndürmek için hep üçüncü kıtayı seçtim. Hayatımın üçüncü kıtasını merak ettim. Yoldan saptım, hiçbir zaman ilk cümleyi bile kuramadım. Zenci boğazımı sıkarken kadınları düşündüm. Afrika'da güneşin altında üşüdüm. Hasta oldum, hasta ettim. Tanrıları sinirlendirdim, cezalandırılmadım. Ödülün peşinde değil acının peşinde koştum. Çok yoruldum, çok bunaldım. En sonunda saman kağıdının üstünde uyuyakaldım. Bilek damarlarıma konan kuşları sigara tiryakisi ettim. Göz kapaklarımdan şarap içirdim. İyiyi güzeli hep kendime sakladım.

Zencilerle hep iyi geçindim, kadınları hiç anlamadım.

Kötüleri ayırt ettim, iyileri gözettim. Duygusal çöküşleri, beklenmedik kaçışları hep abarttım. Bir şehrin en yüksek tepesinde dizlerimden vuruldum. Gözlerimin ışığıyla toprak ananın altında cesedime baktım. Hep ulaşılamayanı aradım, kendimi bulamadım. Benliğime ulaşamadım. Meçhule hep hayran kaldım. Ha bir de boz ayılara.

Bu dünyayı hiç sevemedim, beyhude çabalarımın sonunu hep dünyevi kaybedişlere çıkardım. Maneviyattan tam yirmi yıl eksik kaldım. Bu sefer tanrılara kızdım, onlar beni çoktan unutmuştu. Konuşup halletmek istedim. Kadınlardan başladım, tanrılara sıra gelmedi.

Büyük bir kamyona parmak kaldırdım. Kilometrelerce şansımın peşinden koştum. Onun arkamdan geldiğini farkedip durdum, önüme geçip benden kaçmaya başladı. Bir daha hiç yakalayamadım. Sigara izmaritini basket atar gibi logar kapağından deliksiz geçirdim. Şansımın tekrar geldiğini sanıp şehrin bitmek tükenmek bilmeyen kanalizasyon sistemine daldım. Her yerde kendimden yani insandan bir parça gördüm, bütün şehrin altını gezdim dolaştım en son bir içme suyu fabrikasından çıktım.

Yorumlar