Yol Buhranı (Bölüm 5) "Yol"



Ellerindeki tüm içkileri bitirmişler, boş şişeleri Paul'un dairesindeki kırık duvarın içine atıp dağılmak için hazırlanıyorlardı.
Sonra Joe kararlı bir şekilde ayağa kalktı ve sırtına geçirdiği -aslında hiç çıkarmadığı- deri ceketini elleriyle uçlarından aşağı çekerek kollarını bağladı.

"Heybemi yüklenmeye gidiyorum yarın sabah görüşürüz" dedi.

Ardından Jack de sokağa fırladı . Dışarı adımını atar atmaz okyanustaki dalgalardan daha hararetli savrulan saçlarına geçirdiği turuncu bandanasını elleriyle kaşlarına kadar indirdi. Bir sigara yakacaktı ancak aniden bastıran yağmur onu öylesine zorluyordu ki sigarayı elleriyle yavru bir kuşu tutar gibi sardı ve bir kibrit çaktı. Nafile.. Sigara yerine parmakları yanmıştı. Birkaç denemeden sonra paçavraya dönen sigara çarşafını sonunda birkaç nefeslik ufak bir rahatlama çubuğuna dönüştürmeyi başardı. Sırtını verdiği dağlara yıldırımlar iniyor. Adeta Tanrı, dünyanın kendine ait olduğunu haykırırcasına aydınlatıyordu geceyi.

Eve vardığında bir hurdacının kamyonetinde bile yer edinemeyecek kadar değersiz ve sefil gözüken, sigara yanığı olmuş koltuğuna, çarşafı sıyrılıp yerlerde gezinen yatağına, binlerce kez matematik çalışmak için oturduğu, ancak yarım sayfadan fazla yazılmamış notlarla kalktığı çalışma masasına baktı. Yatağının altından çıkardığı, sırtını aşıp ensesine kadar yükselen sırt çantasını eline aldı. Bir spor mağazasından aldığı bu çantanın hayatında yaptığı en iyi alışveriş olduğunu düşündü. İçerisini doldurmaya başladı. Birkaç battaniye, hiçbir zaman yanından ayırmadığı İsviçre çakısı, fabrika işçilerinin kullandığı eski ama sağlam bir kot pantolon ve birkaç tişört koyduktan sonra yanına bir kaç kuru azık iliştirdi ve çantanın ağzını büzerek kenara fırlattı. Yatağına girdi ve atılacakları maceranın ne denli tehlikeli olduğunu düşünmeye başladı. Ancak ruhunun daralması kısa sürdü.

"Tehlikeli olmasaydı macera olmazdı zaten. Hem bir amaç uğruna çıkıyoruz bu yola. Bir devrim uğruna." diye mırıldandı.

Kağıttan tapınakların üst üste dizildiği masasının kenarına baktı ve aralarında kendine ait bir top kağıt da olduğunu hayal etti, kuşakların zihnine kolayca giren ve iz bırakarak çıkan bir tapınağın mimari olmayı gerçekten istediğini fark etti.

Sabah uyandığında gece boyu Boston'a yağmur yağmıştı. Balkon kapısını açtı. Yirmi yıllık hayatının doğumdan önce ölümden sonraki belki de ilk günüydü bugün. Derin bir nefes aldı ve bir sigara yaktı. Paul'un evinden aşırıp ceketinin cebine sakladığı çeyrek şişe şarabı kahvaltı niyetine dikiverdi kafasına.

Harabe odasına son kez baktı ve çantasını sırtlandığı gibi odasından çıktı. Yaşlı dullara özel bir hassasiyetle kapısını üç kere kilitledi. Bilinçaltında bir yerlerde aslında bu evden hiç çıkmadığı, çıkamayacağı ya da hiç dönmeyeceği gibi bir hissiyat yatıyordu. Birkaç saniye duvar gibi üstüne dikilen kapıya bakıp iç geçirdikten sonra merdivenlerden koşar adım aşağı indi.

 Paul'un evinin önündeki yokuşa vardığında Joe'nun ıslak deri ceketi parlıyordu. Tam yanında duran Paul ile beraber bir şeyler atıştırıyorlardı. Jack sigarasını ıslak asfalta fırlattı ve yaz tatiline çıkan çocuklar gibi neşeyle seslendi.

"Hazır mısınız? Bugün hayatımızın bundan sonraki başlangıcını yapacağımız, bir devrimi yollarda yaratacağımız ve tapınaklar inşa edeceğimiz kutlu gün"

Üniversiteye gitmeye karar verdiler. Üniversitenin çıkış kapısından ilk fırsatta bir arabaya atlayıp bu şehirden kurtulmak ilk adımları olacaktı.
Üniversiteye vardıklarında yükselen çirkin binalara ve ıslak kaldırımlar üzerinde ellerinde ufak kitaplarla dolaşan insanlara son kez baktılar. Her zaman olduğu gibi içlerinde ufak bir burukluk, heyecan ve bilinmezliğin verdiği tedirginlik vardı. Üniversiteden çıktılar ve otostop çekmeye başladılar.

Eski bir pikap tam önlerinde durdu. Ağzında küçük bir kürdanı kemiren, uzun sakallarını sıvazlayan boğuk sesli bir adam seslendi arabanın içinden.

"Nereye gidiyorsunuz? Ben şehrin dışına çıkacağım. Sizi daha kolay araç bulabileceğiniz bir yere bırakabilirim"

Hiç bu kadar kolay olmamıştı diye düşündü Jack. Şimdi yüzleri gülüyor ve birbirlerine bakıyorlardı.

"Ne duruyorsunuz atlasanıza" dedi Paul. Çoktan arabanın kasasına oturmuştu bile.

Jack ve Joe da yanına atladılar ve araba gürleyen bir motor sesiyle harekete geçti. Yağmur durmuştu.
12 Ocak sabahı ilahi bir güç bu üç genci yağmurun ıslatıp gökyüzünün lanet okuduğu siyah asfaltlara fırlatmıştı. Yol'dalardı artık. Sağ tarafta koyu gri çatı altında uzun uzadıya su altında kalmış sazlıklar, tarlalar ve şehrin hemen dışına kurulmuş yeni sitelerden ömür boyu taksitle ev satan tek tük emlak ofisleri ve sıfır araba satan dükkanlar vardı. 

Yorumlar