Ellerindeki tüm içkileri bitirmişler, boş şişeleri
Paul'un dairesindeki kırık duvarın içine atıp dağılmak için hazırlanıyorlardı.
Sonra Joe kararlı bir şekilde ayağa kalktı ve
sırtına geçirdiği -aslında hiç çıkarmadığı- deri ceketini elleriyle uçlarından
aşağı çekerek kollarını bağladı.
"Heybemi yüklenmeye gidiyorum yarın sabah
görüşürüz" dedi.
Ardından Jack de sokağa fırladı . Dışarı adımını
atar atmaz okyanustaki dalgalardan daha hararetli savrulan saçlarına geçirdiği turuncu bandanasını elleriyle kaşlarına kadar indirdi. Bir sigara yakacaktı ancak aniden
bastıran yağmur onu öylesine zorluyordu ki sigarayı elleriyle yavru bir kuşu
tutar gibi sardı ve bir kibrit çaktı. Nafile.. Sigara yerine parmakları
yanmıştı. Birkaç denemeden sonra paçavraya dönen sigara çarşafını sonunda
birkaç nefeslik ufak bir rahatlama çubuğuna dönüştürmeyi başardı. Sırtını
verdiği dağlara yıldırımlar iniyor. Adeta Tanrı, dünyanın kendine ait olduğunu
haykırırcasına aydınlatıyordu geceyi.
Eve vardığında bir hurdacının kamyonetinde bile yer
edinemeyecek kadar değersiz ve sefil gözüken, sigara yanığı olmuş koltuğuna,
çarşafı sıyrılıp yerlerde gezinen yatağına, binlerce kez matematik çalışmak
için oturduğu, ancak yarım sayfadan fazla yazılmamış notlarla kalktığı çalışma
masasına baktı. Yatağının altından çıkardığı, sırtını aşıp ensesine kadar yükselen
sırt çantasını eline aldı. Bir spor mağazasından aldığı bu çantanın hayatında
yaptığı en iyi alışveriş olduğunu düşündü. İçerisini doldurmaya başladı. Birkaç
battaniye, hiçbir zaman yanından ayırmadığı İsviçre çakısı, fabrika işçilerinin
kullandığı eski ama sağlam bir kot pantolon ve birkaç tişört koyduktan sonra
yanına bir kaç kuru azık iliştirdi ve çantanın ağzını büzerek kenara fırlattı.
Yatağına girdi ve atılacakları maceranın ne denli tehlikeli olduğunu düşünmeye
başladı. Ancak ruhunun daralması kısa sürdü.
"Tehlikeli olmasaydı macera olmazdı zaten. Hem
bir amaç uğruna çıkıyoruz bu yola. Bir devrim uğruna." diye mırıldandı.
Kağıttan tapınakların üst üste dizildiği masasının
kenarına baktı ve aralarında kendine ait bir top kağıt da olduğunu hayal etti,
kuşakların zihnine kolayca giren ve iz bırakarak çıkan bir tapınağın mimari
olmayı gerçekten istediğini fark etti.
Sabah uyandığında gece boyu Boston'a yağmur
yağmıştı. Balkon kapısını açtı. Yirmi yıllık hayatının doğumdan önce ölümden
sonraki belki de ilk günüydü bugün. Derin bir nefes aldı ve bir sigara yaktı.
Paul'un evinden aşırıp ceketinin cebine sakladığı çeyrek şişe şarabı kahvaltı
niyetine dikiverdi kafasına.
Harabe odasına son kez baktı ve çantasını
sırtlandığı gibi odasından çıktı. Yaşlı dullara özel bir hassasiyetle kapısını
üç kere kilitledi. Bilinçaltında bir yerlerde aslında bu evden hiç çıkmadığı,
çıkamayacağı ya da hiç dönmeyeceği gibi bir hissiyat yatıyordu. Birkaç saniye
duvar gibi üstüne dikilen kapıya bakıp iç geçirdikten sonra merdivenlerden
koşar adım aşağı indi.
Paul'un evinin önündeki yokuşa vardığında Joe'nun ıslak
deri ceketi parlıyordu. Tam yanında duran Paul ile beraber bir şeyler
atıştırıyorlardı. Jack sigarasını ıslak asfalta fırlattı ve yaz tatiline çıkan
çocuklar gibi neşeyle seslendi.
"Hazır mısınız? Bugün hayatımızın bundan
sonraki başlangıcını yapacağımız, bir devrimi yollarda yaratacağımız ve
tapınaklar inşa edeceğimiz kutlu gün"
Üniversiteye
gitmeye karar verdiler. Üniversitenin çıkış kapısından ilk fırsatta bir arabaya
atlayıp bu şehirden kurtulmak ilk adımları olacaktı.
Üniversiteye vardıklarında yükselen çirkin binalara
ve ıslak kaldırımlar üzerinde ellerinde ufak kitaplarla dolaşan insanlara son
kez baktılar. Her zaman olduğu gibi içlerinde ufak bir burukluk, heyecan ve bilinmezliğin
verdiği tedirginlik vardı. Üniversiteden çıktılar ve otostop çekmeye
başladılar.
Eski bir pikap tam önlerinde durdu. Ağzında küçük bir
kürdanı kemiren, uzun sakallarını sıvazlayan boğuk sesli bir adam seslendi
arabanın içinden.
"Nereye gidiyorsunuz? Ben şehrin dışına
çıkacağım. Sizi daha kolay araç bulabileceğiniz bir yere bırakabilirim"
Hiç bu kadar kolay olmamıştı diye düşündü Jack.
Şimdi yüzleri gülüyor ve birbirlerine bakıyorlardı.
"Ne duruyorsunuz atlasanıza" dedi Paul.
Çoktan arabanın kasasına oturmuştu bile.
Jack ve Joe da yanına atladılar ve araba gürleyen
bir motor sesiyle harekete geçti. Yağmur durmuştu.
12 Ocak sabahı ilahi bir güç bu üç genci yağmurun
ıslatıp gökyüzünün lanet okuduğu siyah asfaltlara fırlatmıştı. Yol'dalardı artık. Sağ tarafta koyu gri çatı altında uzun uzadıya su altında kalmış sazlıklar,
tarlalar ve şehrin hemen dışına kurulmuş yeni sitelerden ömür boyu taksitle ev
satan tek tük emlak ofisleri ve sıfır araba satan dükkanlar vardı.
Yorumlar
Yorum Gönder