Paul hararetli bir şeyler anlatıyordu. Jack birden
kulak kesildi.
“Minimalizm dostum minimalizm. Bizler milyonlarca
yıl önce mağaranın içinden çıkıp ağaçları,yusufçuk kuşlarını, dinozorları
görmeyi cesaret etmiş, doğanın davetkar elini tutup kendini bir kayanın üstüne
atmayı başarmış, çevresini keşfetmiş insanın tohumlarıyız."
"Bizler orta çağda
gerici zihniyetten, sahtekar din adamlarından kendini sıyırmış Martin Luther’in
tohumlarıyız. Bizler dağlarda açlıktan ölmemiş, mağarada ayılarla savaşmış,
vebadan kurtulmuş sağlıklı insanın tohumlarıyız."
"Bir sırt çantası devrimi
başlatacağız. Zen felsefesi rehberimiz, avarelik ve minimalizm yaşam biçimimiz
olacak. Evimizi sırtımızda taşıyacağız, ekmek ve şarap bulduğumuz her masaya
çökeceğiz. Bizler yeni ve asi bir kuşağın aykırı temsilcileri olacağız. Yapay
destanları bilirsiniz. Yapay bir destan yaratacağız ve takipçilerimiz olacak."
"Bizler görece büyük bir güruhun kutsal sayacağı kağıttan ve kartondan yeni
tapınakların mimarı olacağız. Bir tahtakurusu sürüsünün yiyip bitireceği,
üzerinde kavgaların edileceği, insanların çevresinde taraf taraf bölüneceği bir
sofra yerine yalnızca minimal bir servet bırakacağız."
"İnşa ettiğimiz tapınaklar,
yani kitaplarımız, mektuplarımız, geçtiğimiz yollar, hayallerimiz ve
düşüncelerimiz geriye bıraktığımız nesle ilham verecek. Bizim minimalizm ve
zen ile oluşturduğumuz karma felsefenin takipçisi olacak yeni kuşaklar
oluşacak."
"Bizi Garret dağında bir yerde diriltecekler ve sonsuza kadar kuşakların
kalbinde yaşayacağız. Bakın; bence hayat dediğimiz bu anlamsız varoluş süreci
yaşadığımız birkaç güzel andan ibaret. Bizi yaşamış yapan yalnızca bu kötü
dünyaya attığımız küçük bir çentiktir.”
Söylediklerine o kadar inançlı görünüyordu ki, ayağa
kalktı ve diğerlerini de harekete geçirmek için ellerini çırptı. Radyoda Journey - Don't Stop Believing çalıyordu.
“Yaşadığınız okyanus sizi boğup öldürecek dostlarım.
Yaşadığınız hayattan şikayet etmekten başka hiçbir bok bilmiyorsunuz."
"Ben bir
devrimin mimarı olacağım. İster peşime takılın isterseniz boğulun.
Ancak ben bu
okyanusun en dibine battım. Mariana çukurunda bir yerlerde hayatında güneş görmemiş
bir balığa güneşi anlattım. Şimdi göğsüne karları almış dağlarda dirilecek ve
beyaz ölümün içinde bata çıka Supertramp’in sihirli otobüsünü arayacağım.
Alaska'dan geçerken köpekler gibi kızak çekeceğim ancak kendimden başka kimseye
hizmet etmeyeceğim."
"Volkan sınırlarına ayak izlerimi bırakacağım. Meksika’da
bir lokantada acı kahve dolu bir bardağa dudaklarımın nemini bulaştırıp akşam çökünce
bir yük trenine atlayacağım. Yollarda ağlayacak, gülecek ve eğleneceğim. Geride
bıraktığım hiçbir şey olmayacak. Evimi, hayallerimi, anılarımı, yaşanmış ve
yaşanacak tüm güzel günleri heybemde taşıyacağım."
"Çöllerde rüzgara karışacağım.
Güneşle eriyip buharlaşacağım. Bir bulut olup gökyüzüne çıkacağım. Oradan New
York’un puslu sokaklarına ineceğim."
"Dünya çok kötü bir yer ve bizim iyilik yaymak gibi bir niyetimiz olmadığı kesin. İnsanların akıllarına girip
farkındalık yaratmayı yalnızca küçük çevremizde denedik ve başarısız olduk.
Artık ne başarıya ne de insanın ruhunu içinden söküp alan bu çarkın içinde
öğütülmeye meraklı değilim."
"Yolumuzu bulmaya çalışırken kaç kere daha daireler
çizip dizlerimizin üzerine çökeceğiz? Daha ne kadar zaman hava denen şeyi yutup
dünya dediğimiz bu izbe meyhanede yaşamak sandığımız eylemi devam ettireceğiz?"
"Yaşamak yerine yalnızca var olma görevimizi yerine getiriyoruz. Ölmek için
yetiştirilmiş hayaletlerimiz hepimiz. Böyle olmaktansa delirmeyi yeğlerim.”
Derin bir nefes verip yerine oturdu. Elleri
titriyordu. Dişleri çenesine çarpıyordu. Bir sigara çıkarıp yaktı. Ateşin aydınlattığı
loş ışıklı odada şakaklarındaki damarlardan yüksek miktarda alkol geçiyordu.
“Düşünün. -eğer hala becerebiliyorsanız-“ diye
ekledi ve yatağa yığıldı. Sırt üstü yatıyor ve ebeveynlerinden gizli sigara
içen ergenler gibi hızla üflüyordu dumanı.
Jack “Ben varım” dedi.
“Hobolar ve hippilerden çok şey öğrendim”
“Yalnızca kitaplardan okudun” diye karşı çıktı Joe.
“Jack London gibi, insanların verandalarına dolanıp ekmek ve şarap dilenemeyiz.
Üstelik hobolar yalnızdır. Heybesinde battaniyesini taşıyanlar bile ancak kendi
üstünü örtecek kadar sever bu hayatı. Bizler bu kokuşmuş yeni çağın, paslı
tarih aralıklarında yaşayanlarız. Evet kağıttan tapınaklar bir devrim. Ancak
biz kitaplardan ve yıkık bir masada içerken ne konuşuyorsak beynimizi onula
yoğuruyoruz. Hiçbir kararımız ve kimliğimiz bize ait değil. Kimliksiz,
dışlanmış ve ayrışmış mahlukatlardan başka bir şey değiliz. Bu yolculuk ve
devrim safsatası bizim boyumuzu aşar”
Gözleri ateşler içinde parlayan Jack bir an için
Joe’nun beş para etmez korkağın teki olduğunu düşündü. Joe’yu ikna etmek için
ayağa kalktı ve Paul’un yaptığından daha etkili bir konuşma yapacakmışcasına
ellerini açtı. Derin bir nefes aldı Onu günden güne boğan, yirmi yıldır
arkadaşlık ettiği hortlaklar aklına geldiğinde artık içinde sıkışmış kasveti
dışarı bırakmak için hazırdı.
“Yolculuklara, yollara dair umutlarımdan başka
hiçbir şeyim kalmadı artık Joe!”
Ağlak bir köpek gibi çıkıyordu Jack'in sesi. Boğuk ve
kırılgan…
“Sanki ebeveynler, çark köpekleri, hevesli köleler
ve tüm insanlık zamanını boşa geçiren bir hayalperest gözüyle bakıyor bana,
beni yargılıyor. Her gece sabaha kadar düşünüyorum. Sohbetini ettikleri ölmekte
olan felsefe ve kurgu zırvalarını tek ve gerçek uğraşlar ilan eden aptallardan
sıyrılmak için ölmek, ölmek için yaşamak çok mantıksız geliyor. Bu ülkede
herkes, birbirinin hayallerini yıkmak için çocukluktan bu yana yetiştirilmiş
birer cellat sanki. Bu dünyada insanoğlu için her gün değişen ufuktan daha yüce
bir şey olmayacağını söylüyorum sana. Kesin çizgilerle belirlenmiş geleceğimiz
ve sınırları oluşturulmuş, asla içinden çıkamadığımız, çıkmak istemediğimiz
konfor alanı bizi öldüren yegane şey anlasana!"
"Çark köpekleri, ebeveynler ve
hevesli köleler… Onlar bunları anlayamaz. Üzerine konuşmak istediğimde ellerini
arkada bağlar, başlarını öne eğer ve egolarını tatmin etmek için akla mantığa sığdıracakları bir cevap arar
gibi toprağı eşelerler."
"Ben yollara düşüyorum Joe.
Yol öğretir, yolun karşıma
çıkardığı insanlar beni yargılamaz. En çok bundan bıktım işte. Sanki üzerlerine
vazifeymiş gibi kendisi dışında herkesi yargılayan, insanları sınıflandıran ve
o küçücük beyinlerinde kurdukları mahkemelerde insanların ne olduğuna,
olacağına veya olmak istediğine karar vermiş, sözde onları tanımış, insanları
yine o boş beyinlerinde taraf taraf bölmüş aşağılık toplumun bok parçalarından
bıktım!”
Sonra yatakta hafif doğrulmuş ve gözlerine, Jack’in
şişen damarlarına, kızarmış dudaklarına ve kasılmış boynuna bakan Paul’a döndü.
“Bizimle geleni kervanımıza katalım. İnanın bana
geri döndüğümüzde geride kalanların ne kadar acınası varlıklar olduğunu
anlayacağız.”
Paul hafif sırıttı ve Joe ile göz göze geldi. Üçü de
ertesi sabah çıkacakları büyük sırt çantası devrimi yolunda arabalarına
binecekleri katillerden, tecavüzcülerden, delirmiş dullardan, gecenin bir
yarısı evine gidecekleri homoseksüellerden, birkaç dolar bulmak için başlarına
gelecek belalardan bir haber şekilde çantalarını sırtlanacak ve Paul’un evinin
önündeki yokuşta dizileceklerdi.
Yorumlar
Yorum Gönder