Yol Buhranı (Bölüm 3) "Paul'un Evi"


Ağır bir yükün ardından çığlıklar attıkça kalkıyor ve Atlas  gibi yükleniyordu sırtındaki dünyayı. Anlattıkça Jack’in de ayağa kalkmasını kafasını sallamasını ve onu desteklemesini sağlıyordu. Sanki bulutların üzerinde yükseliyor ve isyanını dile getirirken çılgın bir kalabalığı da coşturuyordu. Kendini kaybettiği noktada yatağa yığıldı, kurumuş boğazını, çatlamış dudaklarını ve tüm yorgunluğunu, kasvetini, kederini, içinden çekilip alınmış yüzünü şaraba gömdü. Tamamen sarhoş olmuşlardı artık.
 Joe hadi dışarı çıkalım dediğinde ellerinde birer şişe bira ile kendilerini Boston sokaklarında buldular. Bir bere, atkı ve kabanlarının içerisine özenle yerleştirilmiş şişelerce ucuz viski ile döküldüler yollara. Çığlıklar ve ıslık sesleri yükselen meydana doğru ilerlediler. Joe suratına kuşkulu ve mayhoş bir gülümseme yerleştirmişti. Dışarıda yağmur yağıyordu. Islak kaldırım taşları üzerinde yükselen çirkin binalar yeryüzüne düşen biçimsiz beton parçaları gibi duruyor, bu iki gezginin ruhunu daha da daraltıyordu.

 Joe aklına sokulan macera fikrini ağzında karanfil tohumu çevirir gibi dolandırıyor ve bir plana bağlamaya çalışıyordu. Jack ise biraz olsun gülmek istiyordu artık. Mutlu olmak için kendini zorluyordu ancak boğazında kalan yumru hala onu kendi içinde yere yığıyordu. Yol buhranı! Yol buhranı! Çığlıklar atıyordu içinden. Gri gökyüzü kaşlarını çatmış bir ebeveyn gibi üzerine eğiliyordu. Yağmur damlaları onu bir avuç tıkanmışlıkta boğacak gibi oluyordu.

 Millerce uzaktaki dostlarını, dağları, ovaları, evine, işine giden oturaklı bir hayat süren insanları, Pazar gününü yıllar önceki yanlış bir kararın tohumu olan çocuğu ile oynayarak geçiren mutsuz bekar anneleri düşünüyordu.

 Karşı dağları menevişleyen hain yağmur ve akşam üzerinden kalan bir parça gün ışığını, tarla kuşlarını, dağlarda ölen askerleri, yolları, yollarda olan insanları, avareleri, tren raylarında ezilen köpekleri, ayyaşları, serserileri, pamuk işçilerini düşünüyordu.

 Yolda yürürken ara ara birbirleriyle yollara düşmek üzerine konuşuyor ve tekrar kendi iç dünyalarına dönüyorlardı. İkisinin de zihninde mayalanma süreci yaşayan ancak itici gücü arayan ve bulamayan yol fikri vardı. 

Joe tekrar gündelik sorunlara ve yol hayallerine dalmışken Jack de tekrar düşüncelere daldı. En özgür yaşlarında ayaklarından prangaya mahkumdu, köklerini yanlış topraklara salmış karlı bir kayın ağacıydı. Belirsizlikler okyanusunda bir balık olarak görüyordu hala kendini. Ara sıra boğulur sonra tekrar bir ormanda dirilirdi. Karanlık, puslu sokaklarda delirmiş ayyaşları takip etmek, Çingenelerle Yılkı atlarının peşinden koşmak, zemini cam kırıklarıyla dolu bir sınır lokantasında şarap içmek istiyordu. Her gece ölüp sabah yeniden dirilmeyi istiyordu. Etrafındaki neşelerinin nereden ve nasıl kaynaklandığını bilmediği insanlara düşünceli gözlerinden daha farklı bir gözle bakmayı istiyordu artık.

 Birazdan içine düşecek dehşet tohumundan ve yığılıp kalacağı ıslak kaldırımlardan bir haber zihnine yine kendi elleriyle hortlaklar yerleştiriyordu.

Sonra aniden bir silah sesi duyuldu ve bir kere daha bir kere daha. Tam üç kere patladı metalik gri Magnum Revolver. Gece iyice çökmüştü artık ve havada asılı bir bıçak gibi parlıyordu silah. 
Jack birden arkasını döndü ve Joe’yu silahın altında buldu. Dağınık saçlarına düşen yağmura ve silaha boyun eğmiş, dizlerinin üzerine çökmüştü Joe. Elindeki bira şişesi ile iki eli de havada ve yalvarır bir surat ifadesi ile silahın tam içine bakıyordu. İki evsiz yerde yatıyordu. Joe onları devirmeyi başarmış ancak silahlı serserinin karşısında mağlubiyeti kabul edercesine teslim olmuştu.

 Jack zihnindeki hortlakları özenle yerleştirirken hiçbir şey duymamıştı. Ancak şimdi bir şeyler yapması gerekiyordu. Hayatında ne silah görmüş ne de kullanmıştı. Elindeki bira şişesini aldı ve serserinin kafasına geçirdi. Serseri yere düşerken Joe üstüne atladı. Ardından serseri silahı Joe’nun tam kafasında ateşledi. BAM! zaman öylesine yavaş ilerliyordu ki, Jack adım adım serseriye yaklaşırken sanki havada yürüyor gibiydi, yüzünden kanlar boşalırcasına yerde yatan Joe’ya yaklaştı ve kafasını tuttu tam o sırada yüzüne bir darbe aldı ve uyandı.

-Hey Jack! Jack! Kendine gel dostum. Sigara içelim diye oturduk uyuyacaktın az daha yaşlı moruk seni.

Jack gördüğü ve yaşadığı her şeyin gerçek olduğuna yemin edebilirdi. Joe’nun suratına baktı ve omuzlarına dokundu. İkisi de kulaklarına kadar sarhoştu. Hiçbir şeyi yoktu. Sigarasını ağzına götürdü ancak çoktan bitip söndüğünü ve tekrar elini yaktığını anladı.

Eve döndüler ve bir şişe şarap daha açtılar. Jack’in vücudunda yükselen adrenalin, alkolü kulaklarından alıp beynine taşımıştı. Birkaç nefeste sigarayı bitiriyor sonra bir tane daha yakıyordu.
Gece ikisi de sızdı. Jack sabah uyandığında iki büklüm bir koltukta göğsünde yarım şişe şarap ve birbirine kenetlenip sıkılmaktan ağrıyan bir çeneyle uyandı. Joe ise çoktan uyanmış yatakta oturuyor ve kitap okuyordu. Kahvaltı için Paul’a gidelim dedi. Senin uyanmanı beklerken bayat bira ve kraker ile geçiştirdim kahvaltıyı. Paul bize daha iyisini yapar.

Yola düştüklerinde sabahın keskin ayazı yüzlerini yalayıp geçiyor, içlerinde yanan yol ateşini daha da şiddetlendiriyordu. Yokuşlardan çıkıyor, tepelere varıyor, günün ilk çocuğunu dahi karşılamamış parklarda oturup sigara içiyorlardı. Uzaklardaki dağları düşlüyor, sırtlarına binen sönmüş heveslerini yükleniyor ve altlarında teneke kutular gibi ezilip büzülerek ilerliyorlardı.

 Paul onları kapıda karşıladı. Orta boylu esmer, ince sakallı zayıf bir çocuktu. 4 kişi kaldıkları bu bekar evi Jack ve Joe gibi iki avareyi şaşırtacak derecede düzenliydi. Sigara kağıtlarının ve kırık cam bardaklarının kalorifer peteği üzerinde sıra sıra dizili olduğu boş bir salonda kahvaltı ettiler. Dibi katran tutmuş, ağına kadar izmarit dolu kül tablasına aynı anda 6 kişi eğiliyor, sigaralarını çırpıp tekrar doğruluyordu. Akşamdan kalma bir çift gözü rahatsız edecek derecede senkronize ve sessiz bir iletişim içindeydiler. Ev ahalisi arasında hararetli bir tartışma vardı.

 Gittikçe yükselen gürültünün tam ortasında Jack, sessizce oturuyor ve ardı ardına sigaralar yakıyordu. Burada olmak istemediğini hissetti bir an. Öylesine yalnız hissediyordu ki. Çevresindeki onca insana rağmen kalabalıklar arasında bir ruh gibiydi. İnsanlar onun içinden geçip gidiyor, gündelik telaşlara uzun planlara dalıyor ve Jack’i görmüyorlardı bile. Toprak bir yolun kenarında, bir yılanın ağzında sürüklenen çöl faresi gibiydi. Hayatın onu sindirmesine, çarkların arasına katmasına ve oraya sıkıştırıp tüm gençliği ve ömrü boyunca dönüp durmasına engel olamamaktan korkuyordu. Çoğu kişinin büyük bir hevesle balıklama daldığı bu çarklar sisteminde o, yalnızca bir avare olmayı hak ediyor. Bireysel yeteneklerinin ve gençlik hevesinin, iktidarı ve dolayısıyla parayı, gücü, yetkiyi elinde tutanlar tarafından katledilmesini istemiyordu. Kendince haklı sebepleri vardı.

 Aykırı olmayı, avare olmayı o seçmemişti. Çark köpeği olmak, aile olmanın getirdiği sorumluluklara katlanmak, baskılara karşı boyun eğmek ona göre değildi. Onun heybesinde ve sırtına yüklediği dünyada buna yer yoktu. Günlük hayal kırıklıklarından kaçmak, sorumlulukları ve birey olmayı reddetmek için kaçıyor ve böylece kendini insanlığın cehennemine, hiçbir işe yarar olmamanın utancına boğmaktan ve içine düşmüş olduğu dipsiz kuyunun farkına varmaktan kurtarıyordu.

O bu düzen içerisinde sosyal organizmanın ‘yol’ denen vanasından dışarı atılan bir atıktı ve hep öyle kalmayı kendine reva görüyordu.

 Bu onurlu davranışın herkese göre olmadığını düşünüyor, aykırı olmanın, uyanık olmanın, sadece yaşayan ve çalışan bir köleden daha anlamlı bir eylem olduğunu beynindeki hortlaklara adeta nutuk çekercesine tekrarlıyordu.

 Ona göre yollara düşmek,sanat üretmek ve yaratmaktan başka bir iş yapanlar sadece ‘var olmuş’ oluyorlardı.
Joe’nun aksine Jack inşa etmek ve yaratmak konusunda yalnızca tanrılara ait olan birkaç yetenekten, daha doğarken payını almıştı.

İçinde dönüp dolanan şu fikirleri San Francisco Call dergisine yazsa alacağı parayla şimdiden ilk düşeceği barda tüm ayyaşlara viski ısmarlayabilirdi.

Yorumlar