Rayların Üzerinde (Bölüm 1) "Viskiye Ortak"


Bir otobüsün en arka koltuğunda oturuyordum. Zamanın içinden geçen dikdörtgen prizma bir tüpün en arka koltuğunda. Yolun sonunda farklı bir yerde farklı bir zamanda inilen bu kapsülde pencerelerden dışarı bakacak olursanız, kıçınızı yaydığınız üçlü koltuktan Afrika iç savaşını izlerken yaşadığınız duyarsızlığın aynısını yaşarsınız. Kirli pencerelerden bu yana -yani kendinize- kafanızı çevirirseniz, bu kapsülün insan ruhunun tohumlarına serpilmiş tüm ilham ve yaratıcılık kırıntılarını ezip geçtiğini hissedersiniz. Bu öylesine bir duygudur ki kılınızı dahi kıpırdatmadan sizi öldüren bir şeylerin olduğunun farkına varmışsınızdır. Ancak elinizden gelen bir şey yoktur. İşte bu katil kapsülün en arkasındayım. Bütün yolcuları, yolculukları, insanları ve içlerindeki sefil umutları arkadan izleyebiliyor daha da ötesi iğreniyordum.


Gözüme hoş gelen bir sokağın sonunda indim. Çevresinde hiçbir marketin bulunmadığı tekelleşmiş bir marketten ortalama fiyatının 12.5 lira üstünde fiyattan yarım galon bir viski aldım. Kısa ama çok da kısa olmayan bir zamandır tanıdığım bir arkadaşla karşılaştım. Viskiye ortak çıktı. Bu, hem iyi hem kötü bir haber. Birlikte başka bir arkadaşımızın evine geçtik. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar içtikten sonra yükselen libidomuzu baskı altına almak zorunda kalmamızın hüznü ile uykuya daldık. Evet! İşte tekrar başlıyordu. Size aşık ama çok çirkin bir kız düşünün. Yakanızdan kurtulmayan, sizi her şeye rağmen seven ancak sevilmek duygusunun bu denli işe yaramaz sayıldığı bir ilişki. Aynı bunun gibi kabuslar haftalardır peşimi bırakmıyordu. İnsanların savaşlardan, ölümlerden, ekonomik krizlerden ve hakkında bir kuruş bile yorum yapma hakkını kendimde görmediğim ancak yorum yapmaktan da zerre çekinmediğim -yüzsüzün tekiyim- toplumsal ahlaksızlık konularından daha çok kendine dert edindiği beş para etmez endişeler. İşte benim dert ettiğim bunlardı. Beş para etmez şeyler karşısında yıkılır, dökülür ve kendimden geçerdim. Kabuslar da bu konuyla ilgiliydi işte. Sabah kalktığımda hakkında hiçbir şey hatırlamadığım, belki de hatırlamaya değer görmediğim saçma sapan şeylerdi bunlar.

Önce bir nikaha gidiyor, çizgili pijamaları ve zerre pragmatik fayda sağlamayan muhabbetleri ile insanı kasvete boğan bir gelin ve damat ile nikaha katılıyordum. Hayatlarının bir sonraki ortalama 50 yılını mahvetmiş iki insan... Onların nikah şahitleri oluyordum. Diğer bir nikah şahidi uzun zamandır can sıkıntım ile aynı oranda artan libidomun sonucu hedef bellediğim bir kadın. Ancak onu da, hayatımda daha önce yüzümde kendi gözlerimle bile görmediğim kadar sakalla hayal ediyordum. Sakallarını yüzüme sürtüyor, öpüyor ve benimle derinlere inmediği sürece katlanmaktan imtina ettiğim sohbetlere dalıyordu. İşte böylesine aptal kabuslara daldığım gecelerde gök gürültülü ve yağmurlu diye tabir edilen sabahlara uyanmadığım için hayatım boyunca aslında bir dakika bile inanmak gayretinde bulunmadığım tanrıya şükrediyordum.             

Sabah kalktığımda aklımda kapı bekçisi feneri gibi bir keskinlikte fikir belirmişti.

"Güneye inelim. Sadece güneye. Güney. Yol. Yola çıkalım, sırt çantalarımızı taktığımız, ayaklarımıza lastik pabuçları geçirdiğimiz gibi yeryüzünde akıp giden rayların üstüne çıkalım ve güneye gidelim."

Koltuğun ucunda oturan viski arkadaşım John, bana duygusuz bir bakış attı. Keskin bir kararlılıkla hadi gidelim dedi.

"İnan öylesine daraldım ki, şuanda beni içi barut dolu daracık bir tren kompartımanına ağzımda sigara ile koysalar umurumda olmaz. Hadi gidelim! Hadi patlayalım Jack! Kendi içimize değil dışarıya patlayalım ve tüm insan müsveddeleri bundan nasibini alsın. Kendisi ile yarı deli bir yarışa girmiş tüm kölelik meraklıları, yollarda olmayanlar, yollarda olanlara öykünmeyenler ve hayatın bir adım sonraki anını hesaplamadan duramayan aptal çark köpekleri... Hepsi nasibini alsın içimdeki irinden. Hadi gidelim!"

Bir gün içerisinde çantalar hazırlandı. Birkaç kağıt parçası kadar para... Tren biletleri ve ardında göz torbalarından başka somut hiçbir şey bırakmayacak bir serüvene karşı son heves, topukları kıçına vura vura koşan genç ruhumuz...

Sonunda bir şafak vakti dağların arasında kıvrılan eski bir trendeydik. Güneye gidiyorduk. Para, pul, kalacak yer yok. Sadece gidiyorduk. Güneye...

Yorumlar

  1. Yol Buhranı heyecanı canlandı tekrar :) Umarım sonraki bölümler hemen yayınlanır

    YanıtlaSil

Yorum Gönder