Bir Günahkârın Mektubu



                                                                                                           
Yüce dostum New Orleans'tan selamlar
Burada daha iyiyim. Bana birkaç turuncu paçavra verdiler ancak giymeyi reddedince biraz dövdüler. Olsun yine de iyiyim. Bu satırları yazarken bir yandan şiş gözlerime dokunuyorum kaskatı olmuşlar ve mosmor.
Yine de düşünüyorum seni. Yani düşünebiliyorum en azından. 
Sen neler yapıyorsun?
 Bu zorbayı soracak olursan mutsuz ama keyfi yerinde merak etme.
 Burada güneş her sabah  tam tepeye varmadan önce bir kez bana selam veriyor. Ben de ona karşılık şile bezinden yastığımı pencereye tutuyorum. Bazen parmaklıkların arasından uçup gidecek gibi oluyor ama tutuyorum onu. Tıpkı kafamın içini kemirip duran düşüncelerimi tuttuğum gibi.
Eski dostum, New York maceralarımızı hatıra getirmeye çalışıyorum sık sık. Ancak kafamın içine yine inatçı bir boğa gibi oturup gitmeyen o düşünceler yerleşiyor. Nasıl yaptım ben bunu? Sana, bana, bize, insanlığa nasıl yaptım bunu?

Yakında beni eyalet mahkemesine çıkaracaklarmış. Genç ve güzel bir avukatım var ancak benden nefret ediyor. Devlet dedikleri hayatımda bir kez olsun yararına nail olamadığım kurum ayarlamış bu avukatı. Canavarları bile savunuyorlarmış artık. 19. Yüzyıl adaletine güvenmemek için bir neden daha işte.

Penceremin tam karşısında yükselen büyük ve kalın duvarların biraz daha yukarısına bakMA gayretinde bulunduğum zamanlar devasa bir dağ görüyorum. Canımı acıtıyor özgürlüğü. Ancak o da o kadar mutlu değil bundan eminim.

Burada bir kaç canavar yani arkadaş edinmek için çabalamak istedim.  Bilirsin bu konuda epey zorlanırım. Hatta hatırlar mısın bilmem bir keresinde bir kız beni fareler ve insanlar romanındaki o iri yarı adama benzetmişti. Neden öyle dediğini hiçbir zaman o kitabı okumayacağım için bilemeyeceğim sanırım. Sen okuyup bana mektuplarında anlatır mısın?

 Yok hayır sanırım sen de okumazsın. Gözlerin, ben senin yanından yani o hafif yükselti oluşturmuş toprak parçasından ayrıldığımdan bu yana iyi görmüyordur sanırım. Olsun yine de o benzetmeyi tahmin etmeye çalışacak olursam yol yine benim iflah olmaz bir canavar olduğum sonucuna çıkarıyor beni.

Arkadaşlardan bahsediyorduk değil mi? Sen de hatırlamazsın ki şimdi hafızan artık eskisi gibi değildir sanırım. Kafanın üzerinde gezinen haşere ordusu bile yardımcı olamaz, sanmıyorum.

Ben hatırladım ama. Arkadaşlar diyordum. Edinemediğim arkadaşlar.  Burada sağdan sola ve yukarı aşağı toplam on iki adım tutan küçük bir odadayım. Beni burada tutuyorlar.

Çoğu zaman yan koğuştan sesler ve hoş bir sıcaklık duyuyorum. Onlara sesleniyorum ama asla cevap alamıyorum. Kolektif bir birliktelik içerisindeler. Her sabah bir çalar saat ile uyanıp aralarından bir kişi daha eksilmeden önce bir kaç mum yakıp ısınmaya çalışıyorlar. İnanır mısın burası New York yollarında üzerinde uyukladığım şilteden daha çok rahatsızlık veriyor bana. 

Gözyaşlarıma hakim olamayarak bu satırları bitirmek istiyorum artık. Yeterince gevezelik ettim. Bilirsin sadece ucuz viskiye düştüğümüzde çenem açılır ve ruhumun derinliklerinde gündüz vakti saklayıp bastırdığım neler varsa dökerim. Bu yüzden bir kez beraber viskiye düştüğümüz insanlar bir daha hiçbir zaman aynı gözle bakamaz bana.
Azap verici bir yargılama ve beni, beni yapan şeyleri yani benliğimi değiştirme süreci başlatırlar.

Lafı yine çok uzattım. Bu mektubu şimdi bitireceğim. Çünkü yan koğuşta kimse kalmadı artık biliyor musun? Dün sabah çalar saat çalmadı. Hiç mum yakılmadı.
Gardiyan yan koğuşu temizleyip yerine dönerken bana öyle bir bakış attı ki anladım artık.

Bu mektubu bitiriyorum ve yırtıyorum dostum. Çünkü ölüler okuma yazma yetilerini kaybederler demişti bana o fareler ve insanlar okuyan kız.
Sen o hafif yükselti olan toprak parçasının içinde yüreğinde kendimi de senin ardından vuramadığım silahın kurşunuyla yatarken ben nasıl da sana mektup yazarım ki?

Yazsam sana nasıl ulaşır? Ulaşsa sen nasıl okursun?

Ama inanıyorum canavarlar için ayrılmış bir bekleme salonunda tekrar kavuşacağız.

Şimdi gardiyan geldi. Mahkeme düşmüş. Söylediklerini dinledim ben de biraz sonra bir tabureden düşecekmişim Ancak ayaklarım yere değmeyecekmiş.
Görüşmek üzere.
                                                                                                         14.06.1898 - New Orleans 


Yorumlar