Yol Buhranı (Bölüm 2) "Depresyon"


 Joe’nun odası tam takır kuru bakırdı. Bez bir dolabın içinde hiç giymediği kıvrık kollu Hawaii modası gömlekleri ve paçavra kotları vardı. Dolabın yanında üzerinde hiç ders çalışılmadığı her halinden belli olan kahverengi bir masa ve etrafında rastgele yere atılmış plastik şarap şişeleri vardı. Tam karşısında ise geniş, yırtık bir koltuk… bu koltukta beyaz tenli, kalın butlu hatunlarla nasıl seviştiğini anlatırdı hep. Güneş ışığını hiç sevmezdi Joe. Kalın perdelerle pencerelerini tamamen kapatmış ve yanına yatağı dayamıştı.


Neyin var senin? Dedi Joe.

Kafasında bir şeyler döndüğünü nereden anladığı hakkında hiçbir fikri yoktu Jack’in.
 Hortlakların dilinden anlıyor olmalı diye düşündü. Çölün ortasındaki bir su kuyusuna atılmış bir taş gibi kaskatı duruyordu.

Emin değilim dedi sessizce.

 Cümleler ağzından uçurumdan düşer gibi düşüyordu. Önce yavaşlıyor sonra birden bire yaşlı bir bilgenin son nefesi gibi çıkıyordu.
 Emin değildi, zaten hiçbir şeyden emin olamıyordu. Belirsizlik denizinde bir balıktı o. Balinalar yönlerini belirlemiş göç ederken onları izleyen, ekmek ve biraz şarap bulduğu her masaya çöken aptal bir balıktı. Hayatı boyunca da böyle olmuştu. İnsanları, kuşları,  yitip giden dostları ve asla geri gelmeyecek gemileri izlerdi.
 Yarıda sönmüş sigarasını tekrar yaktı. Bu sefer sonuna kadar içip küllüğe attı.
Joe derin sessizlikten sıkılmış olacak ki  konuşmaya başladı.

-Geçtiğimiz hafta San Francisco’daydım. Dostum SAN FRAN CİS CO!!! İnanamazsın müthiş bir festival vardı. Barlar sokağına girdik tüm gece toplam on beş bar gezmişimdir. Her bardan müthiş hatunlar fışkırıyordu. Çılgın Mark da ordaydı dostum. Sokağın tam ortasına oturmuş bacaklarını ayırmış ve ağzına dev bir huni dayamıştı adam.

Joe kendini anlattığı şeye iyice kaptırmış ayağa kalkmıştı. Elleriyle dev huniyi tasvir ediyor. Sık sık Jack’e dokunuyor onu adeta hayata geri davet ediyordu. Kafasını ileri geri hararetle sallıyor ve yerde tepiniyordu.


-Kesinlikle görmen lazımdı dostum sokaktaki herkes elindeki biralardan huniye boşaltıyor Mark’ı boğmaya çalışıyordu ama koca Mark ah koca moruk hepsini içti dostum hepsini!!! yerden kalktığında Mark’ı tanıyabilen olduğunu sanmıyorum. Çıldırmıştı…

Yerine tekrar oturdu ve derin nefes aldı

-ah san francisco, sen hayatımın en güzel zamanlarını verdin bana.

Jack biraz olsun gülümsemeye başlamıştı. Yerinden kalktı ve tuvalete gitti. Ellerini yıkarken aynada sessiz çığlıklar atıyordu. Ellerini tekrar tekrar yıkarken kafasına vuruyordu. Baş ağrısı nüksetmişti.
Geri döndüğünde artık beynindeki hortlaklar boğazına kadar inmiş ve büyük bir yumru gibi orada duruyorlardı. Bir şeyler söylemekten öte kusmak istiyordu artık. İçindeki yıldızsız soğuk akşamları, an be an dudaklarına çarpan sarkaçlı saatleri ve ıslak tütünleri kusmak, atmak istiyordu içinden. Bu huysuz ihtiyar hortlakları tam şu anda yerlere saçmak Joe ile onları boğmak istiyordu.

-yollara düşelim, bir çingenenin sırtlanacağından küçük, hırsızların aşıracağından büyük olmayan bir çanta toplayalım yollara düşelim Joe!

 Gözyaşlarına hakim olamıyordu. Bu büyük buhran’ı kusuyordu artık içinden. Trenlere asılalım, tepelere dağlara tırmanalım, avarelik yapalım ve bolca içelim Joe! 

Yollara düşelim yol bizi götürür. Karşımıza insanlar çıkarır, yol öğretir Joe yollara düşelim!

 Bağırıyordu artık. İçindeki çığlıklara ses, hortlaklara anlam katmıştı. İçine dolan tüm o birikmişliği ve tıkanmışlığı çözmüştü çığlıklarıyla.

 Yirmi yaşındayız Joe yirmi yaşında. Çark köpeklerine dönüşmeden, idam ipinden hallice o kasvetli kravatları takmadan, sinek kaydı tıraşları olmadan kaç kere daha güneş doğacak üstümüze?!



















Yorumlar