Rüzgarlı ve soğuk bir kış akşamına uyandı. Dışarıda
rüzgar, çöpleri yol kenarlarına, duvarlara çarpıyor, soğuktan titreyen kağıt
toplayıcılarını peşinden koşturuyordu. Bıyıklı, esmer ve küçük adamlar pinpon
topu gibi oradan oraya akşamın keşmekeşi içinde savruluyorlardı. Doğruldu ve
yatağın kenarına oturdu. Televizyondan belli belirsiz sesler geliyordu. Güneydeki
iç savaş 3 yıldır devam ediyormuş, onu anlatıyordu muhabir. Göz ucuyla baktı ve
televizyonu kapattı. Derin bireyciliği onu kendince daha önemli kılıyordu
çünkü. Kafasının içindeki savaşın yirmi yıldır devam ettiğini mırıldandı ve balkon
kapısına yöneldi. Sefil bir odada yaşıyordu. Tozların kalorifer altında yumak
yumak olduğu kararmış parke üzerinden
balkona doğru döndüğünde artık nefes alamadığını hissetti Öksürüğüne eşlik eden rüzgar balkon kapısını
kıracak gibiydi. Baş dönmesi ile yatağına yığıldı. İçindeki dürtü, onu bir bar
çıkışı kör bıçaklarla lime lime eden serseriler kadar dehşet vericiydi ve yine
aynı şekilde kaçıp gitmesini söylüyordu. Başının sıkıştığı, sefilliğin
ciğerlerine beşinci kalite bir tütün gibi dolduğu her an yokluyordu onu bu
dürtü. Mutlu değildi. Mutluluk nedir diye sordu kendi kendine. Mutluluğun
yalnızca farkında olunan bir özgürlük hissiyle ilgili olduğunu bilemeyecek kadar
bağımlıydı. Sigaraya,alkole, kadınlara ve sefilliğe bağımlıydı.
Ertesi sabah başını yiyip bitiren bir ağrı ile
uyandı. Sanki hortlaklar doluydu kafasının içinde. Onları çekip çıkarmak için
çoğu zaman saatlerce içerdi. Telefonu çaldığında kafasını kaldıramayacak kadar
ağır olduğunu hissediyordu. Yüzünü hiç çevirmeden telefonunu buldu ve açtı
arayan joe idi.
-hadi bana gel bir şeyler içelim. Ha gelirken votka
almayı unutma.
Cevap bile vermeden telefonu kapattı ve sürünerek
yataktan çıktı.
Dışarı çıktığında cebinden çıkardığı iri kıyım
tütünü ince bir kağıda pay etti ve yuvarladı. Diliyle kuru ve çatlak dudaklarını
hafifçe yalıyor ve bir yandan düşmemek için önüne bakıyordu. Dışarıdan bir
aptal gibi göründüğünü düşündü. Kibriti çaktı ve sigarayı yaktı. Islak bir
banka oturdu. Yürürken asla sigara içemezdi. Oturduğu yerden karşısındaki
otobüs durağını izliyor, tütün çiğneyen yaşlı çingeneleri, alt sosyoekonomik
yapıdan insanların bireyciliğini yargılıyordu. Saçaklarından çamur akan bu
otobüs durağı, çevredeki evler, yeni yeni yükselen binalar ve tüm banklar küçük
bir ülkeydi onun için. Demokrasi, insanlık ya da hoşgörü adına hiçbir şey göremiyordu.
Tüm bu düşünceler kafasında dolanıp baş ağrısını daha da şiddetlendirirken
sigarası elini yaktı ve kendine gelmesini sağladı. İlk nefeste yarıladıktan
sonra bir nefes daha alamamıştı halbuki. Küçük bir büfeden limon kolonyasından
hallice votka, kalan iki onluk ile de kırmızı sek şarap aldı ve yola koyuldu.
Hava çok soğuktu ve çok üşüyordu. Yürürken yalpalıyor, balkonlarda serkeş
delikanlıların ucuz hayat kadınlarına serenat yaptıkları caddelerden geçiyor,
büyük çirkin binaların altında eziliyor ve kara bulutlu gökyüzünden bir ilah
gibi inen keskin ayaza teslim oluyordu. Hasta olmak üzereydi. Tekrar bir banka
oturdu ve bir sigara daha sardı. Bu sefer birkaç nefeste yarıladı ardından
dudağının kenarına ufak bir gülümseme yerleşti. En azından joe vardı. Onun
sohbeti, zihinlerinin derin bataklıklarından çıkan masum hayal kırıklıkları ve
üzerine işe yaramaz yorumlar getirecekleri felsefi konular biraz olsun beni iyi
eder diye düşündü.
Jack! Dedi sonra birden bire jack… elini yaktın yine.
Sigaran sönmüş.
Eve vardığında joe onu elinde 4 bira ile karşıladı.
İstediği oyuncak alınmış bir kız çocuğu gibi bira kovasını sallıyor, tüm
içtenliğiyle gülümsüyordu. Hep böyle neşeli bir adamdı, dünya üzerinde gördüğü
her şeyi ilk defa görüyor gibi tepki verir hiçbir şeyi fazla düşünmez,
kaçırdığı sınavları, kaldığı dersleri bile kafasına takmazdı. İnternetin
derinliklerinden bulup çıkardığı, kimsenin bilmediği rock gruplarını dinler,
sigara sararken mutlaka ağzıyla ritim tutturur kafasını bir boksör gibi
sallardı. Rahat ve salaş bir adamdı. Gerçek dostlukların değerini bilir,
kızlara fazla bağlanmazdı. İleriye dönük planlara pek alışkın değildi. Kalın
kadife pantolonlu, kürk mantolu cadde kızlarının soğuktan donduğu gecelerde
bile deri ceketle dışarı çıkan, yaşadığı anın tadını çıkartmaya çalışan, birayı
köpüklü seven ve ucuz şarapları her daim gazozla karıştırıp içen biriydi. Biraz
dondurulmuş kızartmalık patates aldığınız ve bulaşıkları yıkadığınız sürece
istediğiniz kadar evinde kalabilirdiniz Joe’nun. İkiside yalpalayarak odaya
geçti. Joe çoktan içmeye başlamıştı. Jack için ise kafasındaki hortlaklar
sarhoşluk sebebiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder