Dokuz Ayrı Jack Kişiliğinin Otobiyografisi (Bölüm 2) "Benim Yolculuğum"




Benim adım JACK,

Gözlerimi açtığımda karanlık bir yerdeydim. Yani ya kör olmuştum ya da çok karanlık bir yerdeydim. Kendimi hala içme suyu fabrikasının karanlık bir köşesinde zannediyordum. Meğer kafamın içindeymişim. Karanlık zihniyetlerin karanlık zihinlere hapsettiği milyonlarca gençten birinin kafasındaydım belki de. Kış mevsiminde havadan daha erken kararan bir ruh ve çürümüş nefeslerin arasında hayatta kalmaya çalışan milyonlarca gençten birinin kafası... Ben de onlardan biriydim şimdi. Kendi neslimi kırıma uğratıyor, onları reddediyor ve aklımın içinde, zihnimin bin bir köşesinde eve bir gece yarım saat erken gelip karımı yatakta başka biriyle basıyordum.

Benim adım Jack, fabrikadan çıktım, ya da zihnimden ne demek isterseniz. Caddede yürürken onlarca farklı omuz üzerime geliyor ve hepsine çarpmak istiyordum. Dünyanın bütün omuzlarına, güzel kadınlarına, çirkin erkek çocuklarına, yaramaz kılıbık erkeklere, genelevden erken çıkan yağız delikanlılara, cadde üstü bir barda oturan sübyancılara ve ülkenin her yerinden akın akın gelip sandalyeleri doldurup taşıran, serçe parmakları havada kahve fincanını tutan tüm içi geçmiş kocakarılara, göbekli motorcu çetelerine çarpıp kaçmak istiyordum.

Geldiğim yer yer altıydı ve yer altına dönmek istemiyordum. Gönderilmek istiyordum. Kendi iradem dışında gerçekleşen tüm olaylara hayrandım. Bir bardak yere düşerken asla tutamazdım ancak mutfakta değildim. Burası neresi? Burası bir ülkenin boktan bir şehri ve onun içinde bir köşeye atılmış boktan bir banliyö. Burası yeraltı tünelleriyle, her sabah boyun bağını bağlayan köleleri taşıyan, boyunlarındaki ipleri sahiplerine teslim etmek için ellerinde çantalarla koşa koşa metro turnikelerinden atlayan köleleri taşıyan kara ve demir yollarıyla, burası bir ucundan bir ucuna kasvet yüklü trenleriyle dolu istasyon. Burası bir anne karnından inip gelebileceğin  ama asla çıkamayacağın bir durak. (ananın amına geri dönmediğin sürece) Burası cehennemin dibinden çıkanların cennet dağına tırmanmaya; deniz seviyesindekilerle aynı anda başlayanların ülkesi, burası yaşamak istenmeyen, burası doğar doğmaz üzerine bir bok gibi bulaşan kimlik, burası kaçıp kurtulmak istedikçe tencerenin dibinde kaynayan kurbağaların seni suyun içine çektiği yer, burası ZİHNİMİN İÇİ.


Kendi kendime bazen sesli bazen çoklu kişiliklerle konuşurken hala caddede yürüyordum. Güneş tüm parlaklığıyla tam tepemde süzülüyor ve beynimi kavuruyordu. Soğuk çay satan birkaç kafenin oluşturduğu köşeden dönerken kafamın üstüne kızgın bir ilah gibi yükselen beton şehrin bir neferi olan inşaattan titrek bir ses "benim yolculuğum burada sona erdi" dedi. Ardından çok sesli ya da kanlı bir patlama oldu. Tam hatırlayamıyorum. Kırmızı renge bürünmüş ellerimle kirli yanaklarıma dokunurken güneşten kamaşmış gözlerimi ıslak ayaklarıma yönelttim.

Dört farklı parçaya ayrılmış bir kafatasının altında uzanan bembeyaz teni kan kırmızısına bürünmüş bir kadın bedeni adeta af dilercesine ayaklarıma kapanıyordu. Birden bire büyük bir orkestra şefi elleriyle işaret verdi ve saksofonlara karışan yaylı çalgıların sesleri zamanı adeta yavaşlattı. İnsanlar oradan oraya koşuyor, ağır çekimde çığlıklar atıyor ve paçamın kenarından logar kapağına bir bok parçası gibi kayan bedene doğru geliyorlardı.

Zihnim belli ki yine bana oyunlar oynuyordu. Dakikada yetmiş beş kez suratıma damlayan bir suyun serinletici tadıyla içme suyu fabrikasında uyandım. Tekrar caddeye çıktım. Eve döndüm ve televizyonu açtım.

Binlerce mil uzaktaki bir iç savaşa üzülür gibi yaptım ama aslında umurumda olmadı.
Ülkemde öldürülen kadınlar, çocuklar için bu sefer gerçekten üzülüp, harekete geçmek için ise kıçımı koltukta daha da aşağıya kaydırmaktan başka bir şey yapmadım. Yine umurumda olmadı.
İşinden haksız yere atılan nitelikli insanlar, gerçeği söylediği için haftada bir temiz atlet, don ve tütün servisinin olduğu demir parmakların ardına gönderilen gazeteciler, bunun haberini yapan yeni yetme stajyer gazeteci, stajyer gazetecenin terör örgütüne üye olduğunu iddia eden siyasi yüzler, birbirinin kuyusunu kazan plaza çalışanları, beyaz yakalı kara bahtlı evde kalmış kart karılar, etik ahlaktan yoksun para babaları, sömürü düzeninde düzülen işçiler, bu durumdan memnun olanlar, örgütlenme hayalleriyle mastürbasyona düşen ama sistemi beceremeyen düşük profilli hayalperestler, tüm bunları yazan ben, yazdıklarımı okuyan sizler, ülkenin kumarhaneleri, genelevleri, trans kadınları, yumuşak erkekleri, ideoloji batağında aklı karışık genç insanlar, kaçış yolunun batıda olduğunu düşünen kariyer köpekleri ve tüm bu profillere sahip bu bok çukuru neresi? Kim bu insanlar? Ben kimim? Burası neresi? Ben neredeyim? Sen neredesin? Nerede olduğumu sanıyorum? Her gece Tanrının aklını sınıyorum. Sinirini zorluyorum ve kendi yolculuğumda sonsuza doğru yürüyorum. Ölmek ya da yaşamak değil, yürümek istiyorum.

Evden çıkıp yürümeye başlıyorum. Güneş yüzümü yakıyor. Ayaklarım beni bir inşaata götürüyor. Çatıya kadar çıkıyorum.

Yine sesli ve çoklu kişilikli düşünmeye başlıyorum.

"Benim yolculuğum burada sona erdi"














Yorumlar